|
|||
|
|||
AKP tarzı dış politika | |||
Obama, Türkiye'ye geldi ve gitti. Lakin yansımaları ve yankıları hala devam ediyor. Türk halkının yüzde 52'si Obama'dan etkilenmiş, yaklaşımlarını ve tarzını olumlu bulmuş. |
Obama'nın ziyaretiyle alakalı olarak Türkiye cephesine geçecek olursak; bir haftada birkaç dış politika kaybı birden verdik. Bu kayıplar yıllara bedel kayıplar. Bunun nedeni Tanzimat'tan bu yana kimi devlet adamlarımızı saran Batı hayranlığı ve kompleksidir. Onları memnun etmekten garip bir haz alıyoruz. Bir hafta içinde en az AKP hükümeti üç dış politika hatası birden yaptı.
Bunlardan birisi, Fransa'nın NATO'nun askeri kanadına dönüşünün bu kadar yağdan kıl çeker gibi kolay gerçekleşmesi ve Türkiye'nin bundaki payıdır. Türkiye neye binaen Fransa'nın NATO'ya dönüşünü onayladı? Zaten hemen ardından Sarkozy Obama'nın Türkiye'nin AB üyeliği perspektifini teyit eden sözlerini eleştirdi. Dönek Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner de önceden Türkiye adaylığına verdiği desteği Rasmussen itirazından sonra geri çektiğini söyledi. Adam Fransa'nın NATO'ya geri dönüşüne izin verdiği için Türkiye'ye teşekkür edeceği yerde nankörlük ediyor ve Rasmussen'in davasını güdüyor. Şu küstahlığa bakın. 'Erkeklik bizde kalsın' diye adamların önünü açıyorsunuz. Bu affedilebilir bir durum değil. Yıllar yılı Kenan Evren'in Rogers'dan asker sözü almasına mukabil Yunanistan'ın NATO'nun güney kanadına dönüşüne vize vermesini eleştirir dururuz. Halbuki bu yenileri Kenan Evren'in çırağı bile olamazlar. Kenan Evren hiç olmazsa yazılı olmasa da tutulmasa da bir asker sözü almış. Bu yeniler deve dikeninden başka ne devşirdiler acaba?
İkinci
facia Rasmussen faciası olmuştur. Türkiye'nin önünü açmasına mukabil
adam özür falan dilemedi. Güya Türkiye pazarlık yapmış ve kazanımlar
elde etmiş. Yalan. Adamlar bizi zaten Afganistan'a bulaştırmak
istiyorlar ve o yöne itiyorlar biz de kalkmışız yükü avantaj olarak
görüyoruz. Afganistan'da görev almayı kazanım ve pazarlık olarak
değerlendiriyoruz. Adamlar bizim Afganistan'da görev almamıza dünden
razılar ve adamlar hamaliyesini sırtımıza yıkmak istiyorlar.
Obama ile alakalı boyut daha ziyade Ermenistan boyutu. Bu hususta da
zımni verilen taahhütler ve bunların duyum olarak alınması Azerileri
üzmüştür. Türkiye'nin sınırlarını kapalı tutması 1915 olaylarıyla
alakalı değil Yukarı Karabağ'ın işgali ve Hocali gibi Ermeni mezalimi
nedeniyledir. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Bir
hafta içinde yaşanan bu fiyaskoların arkasında Başbakan Erdoğan'dan
ziyade Abdullah Gül'ün inisiyatifi olduğu seziliyor. Batı meselesinde
Abdullah Gül'ün daha kırılgan ve tavize yatkın olduğu görülüyor. Şunu
söylemek lazım, hükümetin bir hafta içinde yaptığı yanlışlar senelere
sığamazdı. Abdullah Gül yumuşak zeminden Türkiye'nin çıkarlarına ve
bölgenin çıkarlarına ters politikalar icra ediyor. Recep Tayyip
Erdoğan'ın çıkışları ise daha ziyade şahsi tepki makamında kalıyor.
Siyesete dönüşmüyor ve sistematik hale gelmiyor. Davos'tan sonra
Rasmussen meselesinde de bir kez daha çıkışların refleksten ibaret
kaldığı ve politikaya dönüşemediği görülüyor. Bu halk diplomasisi
açısından iyi ama dış politika açısından bir fiyaskodur. Arkasını
getiremediğiniz çıkışların sonu kendi kalenize gol atmaktır. Nitekim
Fransız basını Rasmussen meselesinden çark etmemizi böyle
değerlendirmiştir. Yalan mı? Ahmet Davudoğlu'nun mimarlığını yaptığı
herkese mavi boncuk ve herkesi herkesle kucaklaştırma, barıştırma ve
kaynaştırma politikası politika değildir sadece içtimai meselelerde bir
yöntem ve tarz meselesi olabilir. Devletlerarası komşuluklarda değil
hanelerarası komşuluklarda geçerli olabilir. Böyle bir politika olamaz.
Politikanın somut ve net hedefleri olur, Pollyanna politikacılığıyla
bir yere varılamaz. Zaten ilk denemede bu Pollyannacılık politikası
coğrafya ve bölge gerçekleriyle çarpışarak tuz buz olmuştur. Hadi
Lieberman ile Esad'ı barıştırsınlar bakalım da marifetlerini görelim...
< Önceki | Sonraki > |
---|