1931 yılında Of da dünyaya geldiler. ilk tahsilini babası Ali Efendiyle yaptı. Hafızlığını Of ta ikmâl etti. Bir müddet Kayseri’de Arapça okudu. Tahsilini eniştesi Hacı Dursun Efendide tamamlayarak ondan icazet aldı. Kendisi askere gitmeden evvel talebe lerine usul dersi dahil bütün kitabları okutarak icazet vermiştir.
Uzun süre çocuğu
olmayan Fatma Hanım, çocuğu olması için Allah’a yalvarıyordu. Bir gece
rüyasında, ayın koynuna indiğini ve bütün dünyayı aydınlattığını gördüler. Bu
rüyanın üzerinden uzun zaman geçmeden Efendi Hazretleri dünyaya teşrif ettiler.
Efendi Hazretleri
(K.S.), çocukluğunda yakalandığı bir hastalık sebebiyle doktora götürülüyor.
Doktor, Ben, bu çocukta acaib bir hal görüyorum. Bu çocuk, ya yaşa mayacak veya
yaşarsa çok büyük bir kimse olacak diyor.
Askerliğin ilk
aşamasında Bandırmaya gidiyorlar. Birliğine teslim olmadan önce gittiği bir
camide Kur’ân okurlarken, Ali Haydar Efendinin müridlerinden Hacı Emrullah
Efendinin dikkatini çeki yorlar. Namazdan sonra tanışıyorlar...
Kendileri anlatıyor:
Halil Efendi isimli
takva bir zat vardı. Buralarda şeyh yok mu diye sordum. Bana Ali Rıza el-Bezzaz
Efendi Hazretlerinin kabrini gösterdi ve bu zatın halifesinin istanbul’da
olduğunu söyledi. Ben de bu zatın kabrini ziyaret ettim. Bir fırsatını bulup
İstanbul’a nasıl gideceğimi düşünüyordum.
Bir gün deniz kenarındaki
Haydar çavuş Camisinde Cuma nama zından sonra caminin bir köşesinde beyaz
sarıklı, beyaz cübbeli nuranî bir zat gördüm. Camiden çıkınca, babası takva bir
zat olan Fahri Hoca’ya camide gördüğüm zatı sordum. Fahri Hoca bana: işte o
senin görmek istediğin Ali Haydar Efendi Hazretleridir” dedi. Yanına gittim ve
görüşmek istedim.
O bana: Gece gel, görüşelim;
zaman çok kötü, takipteyim dedi.
Akşam olunca Halil
Efendi’nin evine gittim. Efendi Baba Hazretleri hastalanmıştı, görüşemedim.
Sabah olunca gittim, yine görüşe medim. Ancak ikindi vakti Eskici Abdullah
Efendi’nin evinde görüşebildim. Elini öptüm ve yanımdakilere okumuş olduğumu
söylemeyin dedim. Gizlice benim hoca olduğumu ona söylediler.
Sofralar kurulmuştu ve çok güzel yemekler vardı. Tam sofraya oturduğumuzda bana
soru sormaya başladı.
ilk sorduğu soruları
cevapladım, ancak daha sonra zor sorular sormaya başladı. Yanındakilere dönüp siz
yemeğinizi yiyin dedi. Sorduğu sorular karşısında zorlanıyordum ve yemek de
yiyemi yordum...
Ali Haydar Efendi Hazretleri İnegöl’e kayınpederine gitti. Benim de askerliğim
devam ediyordu. Efendi Babam: istanbul’a nasıl sevk olursun oğlum demişti.
Nihayet sevk zamanım geldi ve benim ismim de okundu:
Mahmut Ustaosmanoğlu,
istanbul dediler. Çok sevinmiştim. Selimiye Kışlası, oradan da Gebze’ye
yolladılar.
Efendi Baba
ziyaretlerime geliyordu. Efendi Babama çok uzak olmuştum. Sevkimi istedim.
Yüzbaşıdan beni yollamasını rica ettim. O da bana: Lâzımsın dedi. Bunun üzerine
ben de size oradan da dua ederim dedim. Bunun üzerine beni Sirkeci’ye
yolladılar. Efendi Babama çok sık
gidebiliyordum, çok ilmî sohbet leri vardı..
Askerliğim bittikten sonra bir kilo üzüm alıp kendisini ziyarete gittim. Bana:
Oğlum seninle ilk görüşmemden üç gün sonra, ikinci görüşmemde vefat eden şeyhim
zuhur etmişti ve senin elini tutup benim elime verip: Bunu al, bizimdir
demiştir.
Oğlum seni bana kim verdi; 50, 60 mandayı birbirine bağlasalar Mahmudumdan
ayırmak isteseler beni, senden ayıramazlar derdi.
Beni babamdan
istediğinde, Mahmudumu bana verdin mi? dediğin de babam: Parası benim kendisi
senin demesine çok gülmüştü. Ve kendisine sorulduğunda: Bir sahib çıkacak,
henüz tomurcuk halindedir demiş.
Ali Haydar Efendi
Hazretleri, ismailaağaya imam olacaksın diyor... ismailağa Camii, deprem nedeniyle harabe
halinde idi. 80 senedir virane olan camiyi kalay cılar mesken tutmuştu. O
sırada, Efendi babanın büyük oğlu şerif Efendi’nin rüya sında ismailağa
kabristanından bir kol çıktığını ve ismailağa Camiini göstererek: Ne
durursunuz, bu camiyi neden tamir etmezsiniz. denildiğini görüyor.
Kısa sürede cami eski haline getirilir ve Efendi Hazretleri (K.S.) orada irşad
vazife sini sürdürmeye başlar...
Büyük Veli anlatıyor:
"İstanbul' da iken Ali Haydar Efendi ile birlikte yanımızda dört - beş
kişi olduğu halde hatm-i hace okur duk. O' nu sürekli takip ederlerdi. O devirde
Arapça oku yup-okutmak müşkildi. Bu ilimleri okuyabilmek için çok zorluklar
çektim. Derdi ki: "Oğlum Mahmud! Ben seni, bir şey emretsem ve sen de
hemen onu yapsan arzusunda olduğunu görüyorum. Ateşin içinde yandıkça ateşin
rengini alan demir gibi"
Büyük Veli de seyr-i
sülukte mesafe aldıkça Şeyhi Ali Haydar Efendi Hazretleri'nin
muşahhaslaştırdığı hakikatin içinde kayboldu. Öyle ki mürşidinin bütün
ifadelerini emir kabul ediyor ve onları hiç çekinmeden yapıyordu. Gerçek oluş
ve hakikati buluş sırrına ermiş bir mürid vardı İsmet Efendi Tekkesi'nde. Artık
emanet teslim edilebilirdi. Ali Haydar Efendi, halefine velayeti, takati
nisbe tinde ve en ince ayrıntısına varıncaya kadar anlattı. Bu anlatış birkaç
yıl devam etti.
Efendi babanın Hanımı hacı anne vekaletin kendi evlatlarına verilmesini tabii
olarak arzu edermiş. Efendi Baba k.s. bunun luzumsuz olduğunu göstermek için
bir gece teheccüd vaktinde hacı anneyi çağırmış. Gel bakalım çağıralım demiş.
Evlatlarından birinin ismini zikredince bir horultu sesi işitmişler. Mahmud
Efendinin ismini zikredince hemen Efendi hazretleri zuhur edip, buyrun efendim
demiş.
Ali Haydar Efendinin
oğlu anlatıyor; "Babam, Muhterem Mahmud Efendi ile kuşluk vaktinden sonra
baş başa kalırdı. Derdi ki; "Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona
aktarıyorum. Fakat bunu tedricen yapıyorum ki onu sürekli müşahede altında
tutayım. Manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül
edemez." Zira Babama sekr halinde şeyhler gelirdi. Onlara yedi gün evrad-ı
bahaiye okur ve Allah'ın izniyle iyileşir lerdi."
Ali Haydar Efendi,
Mahmud Efendi'yi hususi sohbetlerinin yanı sıra Mesnevi, Mektubat, Reşahat,
Risale-i Kudsiye gibi sadırlardan satırlara aktarılan ve temelinde irfan olan
kitaplarla da istikbale hazırladı. Onu, gece geç saatlere kadar kitap mutalaa
ederken gördüklerinde "Oğlum Mahmud şimdi çok çalış ileride kitap okumaya
vakit bulamayacaksın" diyerek teşvik ederdi.
İmam Rabbani
Hazretleri'nin Mektubat'ının büyüklüğünü idrak etmesi için derdi ki; "
Mektubat o kadar büyüktür ki, Reşahat ona ancak elif-ba olabilir."
Muhterem Mahmud Efendi
naklediyor: "Ali Haydar Efendi buyurdu ki; "Mahmud' un elinden tutan
benim elimden tutmuş olur. Hakikat şu ki; bu fakirin elinden tutan Ali Rıza
Bezzaz Hazretleri' nin elinden tutmuş olur. Böylece halka halka silsile ta
Peygamber Efendimiz' e (s.a.v.) dayanır. İşte buna Sahih Yed diyoruz."
Yine derdi ki; "Dağda bulunan bir su membaının köye kadar gelebil mesi
için, köye kadar uzanan birbirlerine ekli su künkleri gerekir. Bu künklerden
biri eksik olduğunda nasıl köye su ulaşamıyorsa tıpkı bunun gibi meşayih
silsilesinden biri düştüğünde Feyz-i İlahi de kişinin kalbine ulaşmaz."
-Yani bu kapının
nereye dayandığını ve kişiye neyi kazandıracağını bu sözlerden anlamak
lazımdır.-
Efendi Hazretleri ve
diğer meşayıhın hakikatından haberdar olmak için tasavuf eserlerini iyi anlamak
lazımdır. Sözle anlatılmaz, hakikatına ulaşmakla anlaşılır.
< Önceki | Sonraki > |
---|