.

.

E-posta Yazdır PDF

Tefsir: Bakara Suresi: 6-7 ayetler.

 

Normal 0 21 false false false MicrosoftInternetExplorer4

اعوذ بسمله :

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ6

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ 7

6- Kafirleri azabla korkutsanda korkutmasan da birdir; onlar iman etmezler.

7- Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur. Onların gözleri önünde perde vardır. onlar için büyük azab vardır.

Bakara Suresi 6- 7. Ayetlerin Tefsiri:

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا (Ol kimseler ki küfrettiler.) İyi ve seçilmiş kulların özelliklerini, veli kullarından en hayırlıları zikredince peşinden asi ve inatçı olan, kendilerine hidayet icra edilmeyen, ayetler ve peygamberlerin korkutması tesir etmeyen zıtların zikrini getirdi. Zira onlar için kitabın varlığı ve yokluğu, peygamberin korkutması veya susması eşittir.

Bu cümle evvelki kısmın üzerine atfedilerek bağlanmadı, zira aralarında hidayet ve küfürle, itaat ve isyanla alakalı zıtlıklar bulunmaktadır. Daha evvelde geçen 'gayba inanırlar' cümlesine de buranın atfedilerek bağlanması doğru olmaz, zira 'gayba inanırlar' cümlesi 'hidayette olanlar kimlerdir' cümlesine cevap olarak geldiği için hükmen onlara dahildir.

الَّذِينَ Kelimesinin marife olması ile işaret edilenler küfürde ısrar edenlerdir, diğer inatçı olmayan kafirler değildir, onların iman etmesi umulur. Veya hususi kafirlerdir ki Ebu Cehil, Ebu Leheb, Velid İbni Muğire ve arkadaşlarıdır. Bunların, küfrün imamları ve elebaşları olduğu bellidir, şöyleki kafirler sözü söylenince fehim sür'atle bu isimlere koşar.

Küfür: lügatta, örtmektir. Şeriatta, geldiği zaruretle bilinen şeylerde Peygamberi tasdik etmemektir. Eğer denilirse ki 'mü'minlerin küçük çocuklarında tasdik yok, onların da kafir olmaları gerekir, mü'min olmaları gerekmez, bu batıldır.' Cevap olarak deriz ki, çocuklar hükmen dinde zaruri olan şeyleri tasdik etmişlerdir, zira Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) anne ve babanın birinin imanını, çocukların imanı saymıştır.

Akıllı çocuk hakkında ve dağ başlarında yaşayanlar hakkında ne dersin? Mükellefm idirler yoksa değilmi? Dersen; deriz ki evet! Her ikisi iman ile mükelleftir, hatta küfrü veya imanı itikad etmezlerse (yine de) azab olunurlar.

Eş'ariye göre mazurdurlar. Çocuğun ve dağbaşında yaşayanın imanı itibar edilmez, öldürülseler diyetinin ödenmesi gerekir.

Biz (Maturidiler) indinde en doğru görüş, akıllı olan çocuk iman ile mükellef değildir, zira (düşünmek için yeterli) müddeti elde edememiştir. Dağ başında yaşayan da aynı şekildedir, ona tebliğ ulaşmadıkça sırf aklı ile mükellef edilmez, onu öldüren kişi diyet ödemez, zira islam yurdunda bulunmadığından kanı korunmuş değildir. Aynı şekilde küfür yurdunda müslüman olup bizim vatanımıza gelmese ve orda öldürülse yine katili diyet ödemez. Çocuk ve delinin durumu da, orda öldürülürse böyledir.

Küfür, bütün mezheblere göre imanın açıklandığı şeyin zıttıdır.

Hariciler 'Bütün günahlar küfürdür' der.

Mu'tezile mezhebine göre Allah'ı ve Resulün risaletini bilmemeği gerektiren isyanlar da küfür olur. Bızılarında küfür olmaz. Bu iki kısımdır. Bır kısım işleyeni iki menzil arasında bir yere çıkartır. Yani iman ile küfür arasında kalır. Bunlar kebair diye isimlen-dirilir. Kasten adam öldürmek, zina etmek ve benzerleri gibi. Bunları işleyenlere fasık diye hükmedilir. Diğer kısım bu duruma işleyeni çıkartmaz. Avret yerini açmak, ahmaklık etmek gibi. Bunlara sağair denir. Bunları işleyen kafir ve fasık diye vasıflanmaz, belki imanla vasıflanır.

Bundan dolayı ehli kıbleden olup büyük günah işleyenler hakkında ihtilaf edilmiştir. Cumhur ulema bunların mü'min olduğu görüşündedir ve hak budur. Hasan-ı Basri onların münafık olduğunu söyler. Hariciler kafir olduğunu; Mutezile bunlar ne kafir nede müslümandır demiştir.

Kafir grupları dehriyye, müşrikler, sabiiler, yahudiler, hıristiyanlar, mecusiler, brah manlar ve diğerleridir.

Ehli kıbleden olan bir kimseyi tekfir etmekten sakın, ancak kişiden bilerek ve iste- yerek tekzib alametlerinden bir şey ortaya çıktığını görürsen ve onun üzerine ısrar ederse bu taktirde kafir olur. Kişiyi acele tekfir etmekte tehlike vardır, sükutta tehlike yoktur. Ancak zünnar bağlamak ve onların elbisesini giymek inkar alameti olduğu için küfür sayıldı. Zira islamı tasdik eden kişinin zahiren bu gibi şeylere cüret etmemesi zaruridir. fakat zünnarı beline bağlamakla onların dinine tazimi kastetmeyip kalbide iman ile dopdolu olursa, o kişinin kafir olduğuna hükmedilmez. İşi Allah ile kendi arasındadır.

سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنْذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ (Onların üzerine eşittir; Onları korkutsanda korkutmasanda iman etmezler.)

Şol kafirler ki onların üzerine korkutmanda korkutmamanda eşit oldu.

İnzar: Allahın azabı ile korkutulan şeydir. Bu kelimenin kullanılması kalbe daha tesirli ve nefislerde daha şiddetlidir. Zira zararı def etmek, menfaat celb etmekten daha mühimdir. Onlara faydası olmayınca, onları menfaat olmaması ile müjdelemek daha evladır.

'İman etmezler' Lafzı ile, 'teklif ma la yutak'a (takatında olmayan şey ile kişiyi sorumlu tutmak) cevaz verenler delil tutundular, zira Allahu Teala kafirlerin iman etmeyeceğini haber verdi. İman edememeleri vacib oldu. Zira Allah tarafından yalan olması mümkün değildir. Onlara iman ile teklif etmek muhaldir, zira bu durum Allah'ın verdiği haberin ters dönmesini gerektirir ki bu da haberinin yalan olmasını gerektirir.

Buna şöyle cevap verildi, haber, hakkında haber verilene tabidir, dolayısı ile bu haber o kişilerin öyle olmalarını gerekli kılmaz ve onda tesir edici olmaz. Bizim imam-larımıza göre bu 'teklif ma la yutak' değildir, zira kulun kudretinin fiillerinde te'siri vardır.

Allahu Teala ezelde bildi ki Ebu Leheb asla iman etmeyecek, eğer iman etse Allahın ilmi cehalete dönüşür. Bu imkansızdır. Onu iman ile emretmek muhal ile emretmek olur, denirse; cevap olarak deriz ki, Allahu Teala her şeyi ezelde olacağı hal üzere bildi. İlmi malumata tabidir. Ebu Leheb'i kendi istemesi ile iman etmeyeceğini bilmesi, Ebu Leheb'i iman etmesinin mümkün olmasından çıkartmaz. (Allahu Teala, kişiye yazdığı şeyi, yaşamaya mahkumsun diye yazmaz, belki iradesi ile kişinin yapacağı şeyleri ezelde bilmesi ile yazar ve o şekilde tahakkuk eder.)

Ayeti kerimede hususi kafirler kasdedilmesine binaen gelecekten haber vermek vardır. Onlarda Hakka ait kalb yok, delil işitecek kulak yok, ibret alacak göz yoktur.

أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ خَتَمَ اللهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى (Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürledi, gözlerinin üzerinde de perde vardır.)

Bid'at ve heva ehli ortaya çıkmadan evvel Ehli Sünnet (alimleri) ittifak ettiler ki Kur'an'da zikredilen kalb üzerine mühür vurmak, mühür basmak gibi şeyler kalbte sapıklığı yaratmak manasından ibarettir. Bu şekilde isimlendirilmesi uygunluk bulun- duğu içindir. Zira bu işler hakikatta manilerdir. Kalbte sapıklığın yaratılması da hidayete manidir. Bu şekilde isimlendirilmesi sahih olmuştur. 'Allah onların kalblerini mühürledi' 'Bilakis Allah onların kalblerine mühür vurdu' ' Kur'anı anlamaktan kalblerine eğrilik yaptı' şeklindeki ayetler, Allah tarafından kat'i deliller olup onlardan imanın mümkün olmadığı, bu sebeble olduğu zikredilmiştir. Zira 'kalblerine mühür vurdu' ayeti, 'iman etmezler' ayetinden sonra zikredilmiştir.

Hatm ve ketm mana itibarıyla aynı kökten türetilmişlerdir. Bir şey üzerine mühür vurmak olan hatm işinde, ketm (örtmek) manası vardır. Mühürlenen şey örtünmüştür, o şekilde ki herkes ona ulaşamaz ve ondan haberdar olamaz.

غِشَاوَةٌ (Perde) Bu lafız, bir şey üzerini kaplayan manasını içine alır. Sargı bezi, sarık gibi. Burda hakikatten mühür ve perde yoktur.

Bundan maksat kalblerinde zulmetin, darlığın, eğriliğin bulunması ve hakkı kabullen menin mümkün olamaması ve küfrün yerleşmesinin, isyanların sevgisi, Haktan yüz çevirmek sebebi ile göğüslerinin isyanlarla rahatlaması, hakka yapışmaktan kibirlen meleri kalblerine hakkın girmesine manidir, sanki kalbleri mühürle sağlam şekilde kapatılmış. Gözleri, dışta ve kendilerinde olan Allahın ayetlerini görmekten kapanmış. Sanki onlar ile aralarına perde ve mühür konmuş.

Kalb ile kast edilen cesette olan bir et parçasıdır. O salih olursa, bütün beden salih olur, eğer o fesada uğrarsa, bütün beden fesada uğrar. Kalb ilim ve iman mahallidir. Kalbin iman mahalli olduğuna delalet eden bu ayetlerdan başka Peygamberimizin şu kavli şerifi de buna işaret etmektedir. "Allah bir kula hayır murad edince onun kalbinin kilidini açar, yakin ve tasdik içine koyar. Kalbini içine konanları koruyucu yapar, kalbini selamet bulmuş ve sadık yapar, ahlakını dosdoğru yapar, kulağını işitici ve gözünü ziyade görücü yapar."

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) kalb için üç misal verdi.

‘Kalbin misali, arazide bulunan otlar gibidir. Rüzgar estikçe altını üstüne çevirir.’

Yine buyurdu. "Kalbin misali serçe misalidir. Her saat değişir"

"Kalbin değişiklikteki misali, galeyanı tam olan tencere gibidir."

Kalbte, Allahın büyük sanatının onu çevirmesinde tesirinden haberdar olduğu için onun hakkında dua ederdi. "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalblerimizi taatına çevir." Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu "Adem oğlunun hepsinin kalbleri Rahman'ın parmakları arasındadır. Bir kalb gibi onu dilediği tarafa çevirir."

Çok kere Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyururdu "Ey kalbleri çeviren! Kalbimi dinin üzere sabit eyle.

Dediler ki Ya Resulallah! Sen de korkuyormusun?' Buyurdu: "Emin olamam, kalb Rahmanın parmaklarından iki parmak arasındadır, onu dilediği tarafa çevirir."

Başka bir rivayette "Onu sağlam etmek dilerse dosdoğru eder, eğer onu kaydırmak dilerse kaydırır" şeklindedir.

Netice olarak kalb cesedin sultanıdır, bütün zahiri ve batini kuvvetlerin merkezidir. Basıret gözün nurudur. Bu içi boş olan iki kasta bulunan bir kuvvettir. O iki kas beynin ön tarafında kavuşurlar ve gözlere doğru ayrılırlar. Renklerden, şekillerden ve hareketlerden olan görülen şeyler, bu aleti kullanma anında, Allah nefislerde o şeylerin idrakini yaratmasıyla idrak edilir.

Sem' kulağın idrakidir. Görmek gözün idraki olduğu gibi. Bu, kulak deliğinin içinde döşenmiş kaslar ile seslerin idrak edilmesidir. Bazan kulağa da söylenir.

Gözler ancak kalb için yaratılmış olup onunla karanlıktan hidayet bulur, yerin ve semanın acaibliklerine onunla bakar.

Kulaklar da kalbin işitmeye ulaşması ve Allahın kelamı, Resulünün hadisleri ve dostlarının hükmü ile amel etmesi için yaratılmıştır. Kulak ve gözleri açmakla emredilince onları açar, kapatmakla emredilince kapatır. Diğer zahiri ve batıni azalar da aynı şekildedir.

Şu kafirler, nezaman ki Allah'a isyanda bu azaları kullandılar, bu durum son derece nankörlük oldu. Onun emanetlerine hainlik ettiler. Bu durum son derece azgınlıktır. 'Şüphesiz ahırette hüsranda olanlar onlar olacaktır.'

وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ (Onlar için büyük azab vardır.) Bu, azab ile tehdit ve onların buna ehil olduğunu açıklamaktır. 'Muhakkak kafir olanlar' cümlesi üzerine atfedildiği de söylendi. Bir şeyin özelliğini sabit kılmak ki o, 'iman etmedikleri için büyük azaba kavuşmaktır', bu, o şeyin sabit olduğunu yerleştirmektedir.

Azab, büyük olmakla vasıflanınca bundan büyük bir çeşit azab anlaşılmış oldu.

Mana: 'Gözlerinin üzerinde örtüden bir çeşit vardır ki insanların bildiği gibi değildir. Bu, Allah'ın ayetlerini görmekten mani olan bir körlük perdesidir. Aynı şekilde onlar için büyük bir çeşit azab nevisi vardır ki Allah'tan başkası onun derecesini bilemez.

İbni Ömer (Radıyellahu anhu) derki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: 'Allahu Teala mahlukatından ancak inatçı ve azgınlık üzere olana azab eder. O, La ilahe illellah demekten çekinir.'

Yasal uyarı : Sitedeki sohbet, yazı ve resimler; üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan ve kaynak göstererek alınabilir.
Üzerinde değişiklik yapılması, ticari amaçla kullanılması hukûken yasaktır.